Brunei Yağmur Ormanlarında

BRUNEİ YAĞMUR ORMANLARINDA

Prof. Dr. K. Hüsnü Can Başer

1994 yılının Haziran ayı sonlarında ilginç bir tecrübe yaşadım.

Asya-Pasifik Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Enformasyon Ağı (APINMAP)’nın Yönetim Kurulu Toplantısı için Malezyanın başşehri Kuala Lumpur’a gidecektim. Gidiş tarihine yakın Brunei’den telefon geldi. Telin öbür ucundaki kişi Eskişehir’e iki kez eğitim ve araştırma amacıyla gelmiş olan Dr. Kamariah Abu Salim idi. Malezya’ya gideceğimi öğrenmiş, ısrarla oradan Brunei’e de geçmemi istiyordu. Kabul ettim. Çılgın kız! sadece benim Malezya’dan Brunei’e gidiş-dönüş ve ağırlama masraflarımı karşılamakla kalmıyor, ayrıca TBAM’dan arkadaşı Nurhayat Ermin’in Türkiye’den Brunei’e gidip dönmesi için gerekli masrafları da karşılamayı öneriyordu. Birkaç gün sonra Acele Posta ile benim ve Nurhayat’ın biletleri gelince işin ciddiyetini anladık. Brunei’e gitmek artık şart olmuştu. Planlar yapıldı. Ben önce Kuala Lumpur’a gidip toplantımı yapacak, oradan Brunei’in başşehri Bandar Seri Begawan’ uçacaktım. Aynı gün Nurhayat ise Singapur üzerinden aynı şehre varacaktı.

Kamariah (Kamarya okunur) doktorasını İngiltere’de yapmış Brunei’li bir biyokimyacı. Brunei Üniversitesi Biyoloji Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Önemli bir diğer görevi Üniversitenin yağmur ormanları içinde kurmuş olduğu Saha Araştırmaları Merkezinin müdireliği…

Brunei
Brunei

Brunei Darussalam, Güney Batı Pasifikteki Borneo adasının kuzeybatısında, Malezyaya ait Sabah ve Sarawak sultanlıkları arasında sandviç olmuş bağımsız küçük bir sultanlık. Adanın kalan kısımları ise Endonezyaya ait.

Brunei, Sultan Hacı Hasanal Bolkiah Muizzaddin Waddullah tarafından yönetilen müslüman bir ülke. Sultan Dünyanın en zengin adamı olarak biliniyor. Ülke toplam yüzölçümünün (5765 km2) %80’i (4700 km2) tropik yağmur ormanları ile kaplı ve 260.000 (1991 sayımı)’i aşkın bir nüfusa sahip. Ülkenin en önemli doğal kaynakları petrol ve gaz. Milli gelirin tamamına yakını bunların üretim ve rafinasyonundan sağlanıyor. Tarım ve endüstri yok denecek kadar az. Ülke ormanlarını gözü gibi koruyor. Ormanların %70’i el değmemiş primer yağmur ormanları.

1930’dan beri ağaç kesimi aşırı kısıtlı sahalarda ve çok kontrollü olarak yapılıyor. Nüfusun büyük kısmı şehir ve büyük kasabalarda yaşadığından orman üzerindeki baskı kalkmış durumda. Bu yüzden, Brunei Yağmur Ormanları bilim âlemi ve dünya ekolojistleri tarafından çok değerli bir araştırma alanı olarak değerlendiriliyor. En geniş primer yağmur ormanı rezervi Temburong bölgesindeki Batu Apoi. İşte, gideceğimiz Kuala Belalong Saha Araştırmaları Merkezi bu rezervde yer alıyor.

Ülkede petrol’ün bulunmasıyla ilgili ilginç bir hikâye anlatılıyor. 1903 yılında Shell şirketinin bir çalışanı plajda güneşlenirken burnuna petrol kokusu gelir. Bunu araştırdığında muazzam bir petrol rezervinin üzerinde oturduğunu anlar. Brunei’de petrol işletim hakları Shell şirketine ait. Araştırma Merkezinin tahta evlerinin inşaatını da Shell finanse etmiş.

Brunei başşehrinde
Brunei başşehrinde

Brunei Havayollarının uçağı Bandar Seri Begawan’a indiğinde Kamariah ve Nurhayat tarafından karşılandım. Şehre giden yollar ve görkemli binalar zengin bir ülkede olduğumuzu hatırlatıyordu. Hele, uçak inerken gözümü alan Omar Ali Saiffudin Camii’nin altın kubbesinin şavkı tek kelimeyle büyüleyiciydi.

Ertesi gün şehirde bir tur attık. Cami ve diğer mabetleri gezdik. Sahile indiğimizde Kamyong Ayer nehri üzerinde gördüğüm evler dikkatimi çekti. Kamariah bu evlerin dünyanın en büyük su köyünü oluşturduğunu ve bu evlerde 30.000 kişinin yaşadığını söyledi. Bir motor kiralayıp oraya gittik. Tahta kazıklar üzerinde yükselen ahşap evler, aralarındaki geçitler, köprüler ve sudan sokakları ile karadaki benzerlerinden farksızdı. Okul, cami, postane, hastane, karakol ve itfaiye binaları dahi su üzerindeydi. Her evde elektrik ve su var. Tuvalet ihtiyacı malum şekilde gideriliyor. Çöp sorunu da doğal yolla halledilmiş! Köye ulaşım motorbotlarla yapılıyor. Karada parketmiş çok sayıdaki arabanın bu köyün sakinlerine ait olduğunu öğrendim. Köyde sık sık çıkan yangınlarda çok sayıda mal ve can kaybı olduğundan, Sultan, köyün biraz ilerisinde daha modern imkânlara sahip yeni bir su köyü inşa ettirmiş. Ancak halkı oraya nakletmek epeyce sorun oluyormuş.

Ülkenin resmi dini islam olmakla beraber bayanların kıyafetlerinde kanuni bir kısıtlama yok. Devlet dairelerinde hanımların bir kısmı saçlarını beyaz bir türbanla örterken, modern giyimli kadınların da sayısı az değil. Kamariah da kapanmayan cinsten. Her şeye rağmen buranın resmen bir islam ülkesi olduğunu unutmamak gerek.

O akşam ertesi günkü yolculuk için hazırlandık. Taksi işlevi gören süratli motorbotla Bandar Seri Begawan’dan ayrıldık. Temburong nehri boyunca 40 dakika kadar süren ve Mangrove bataklık vejetasyonu arasındaki açıklıklarda geçen bir yolculuktan sonra Bangar kasabasına ulaştık. Buraya Brunei’den sadece nehir yoluyla ulaşılabiliyor. Gelirken yolda Sarawak ve “uzun ev” denen yerleşim bölgesinin kara sularından geçmek gerekiyor. Oradan Merkezi ait bir jiple yarım saat kadar seyahat edip, Kampong Botang Duri adı verilen küçük bir yerleşim merkezine ulaştık. Saha Araştırmaları Merkezinin işçileri ve aileleri buradaki evlerde yaşıyor. Bundan sonraki yolculuğumuz Sungai Temburong nehri boyunca uzun botlarla olacak.

Sungai Temburong nehrinde maceralı yolculuk
Sungai Temburong nehrinde    maceralı yolculuk

Bota binmeden önce tüm eşyamız naylon torbalara doldurulup sıkıca bağlandı ve botun arka kısmına yerleştirildi. Altımızda şort, çıplak ayağımızda keslerle bota bindik. Bot içinde arka arkaya yerleştirilmiş taburelere oturduk. İban yerlisi genç bir kız, Ramlah, elinde uzun bir bambu sırıkla botun ön ucuna yerleşti. Arkaya ise motoru idare eden yerli genci Gawing oturdu. Yağmur altında yola çıktık. Öndeki kızın bambu sırıkla ne yapacağı az sonra anlaşıldı. Nehir yer yer sığlaşıyor ve botun altı çakıllara oturuyor. Sığ yerlere yaklaşırken, dümenci motoru durdurup kaldırıyor ve öndeki kız elindeki sırığı suya daldırıp hızla iterek kayığın gitmesini sağlıyor. Öyle anlar oluyor ki herkesin suya atlayıp kayığı çekmesi gerekiyor. Suya bata çıka iki saatlik maceralı bir yolculuktan sonra nehrin küçük bir kolu olan Kuala Belalong çayı ağzında kurulu Araştırma Merkezine ulaştığımızda hem yağmurdan hem de suya dalıp çıkmaktan vücudumuzda kuru yer kalmamıştı.

Sungai Belalong Saha Araştırmaları Merkezi
Sungai Belalong Saha Araştırmaları Merkezi

Araştırma Merkezi, Belalong Orman Rezervinde Üniversiteye ait 5000 hektarlık bakir yağmur ormanlarının ortasında kurulu. Bungalovlardan ibaret bu küçük kampta elektrik bir jeneratörle sağlanıyor. İçme suyu ve kirli su arıtma tesisleri mevcut. Ormanın en yüksek noktası olan Bukit Belalong (913 m)’a dikili bir anten vasıtasıyla günün belli saatlerinde başkent ve diğer yerleşim birimleriyle telsiz-radyo bağlantısı kurulabiliyor. Kampta televizyon ve video da var. Burası primer yağmur ormanlarında ekolojik çalışmalar yapan bilim adamları için bulunmaz bir çalışma ortamı sağlıyor.

Akşam saat altı civarında yemek öncesi sohbeti yaparken ormanın gizemli sessizliğini yırtan seslerin Cicada (Sikada okunur) adı verilen bir böceğin marifeti olduğuna inanmam kolay olmadı. Karın cidarlarını saniyede 600 kez titreştirerek çıkardığı sesin kilometrelerce öteden duyulabildiğini öğrendiğim bu böcek, sabah ve akşam saat 6’da ötmeye başladığından adına “Saat altı Cicadası” deniyor.

Kampta düzenli bir hayat var. Akşam yemek birlikte yeniyor ve sohbet ediliyor. Saat 10’da ise herkes yatakta olmalı zira jeneratör kapatıldığında ışıklar sönüyor.

Sabah altı’da Cicada’ların, orman kuşlarının, kamp horozlarının ve ne olduğunu anlayamadığım hayvanların seslerinden oluşan bir senfoni ile uyandım. Yüksek ağaçların dalları arasından süzülen güneş ışınları yeri bulmakta güçlük çekerken, çiseleyen yağmurun sesi fısıltı gibi geliyordu. Medeniyetten kilometrelerce uzakta, gerçek bir yağmur ormanında doğa ile başbaşaydım. Nehir kenarına indim. Karşı kıyıda maymunlar su içiyor, orman, sessizliğini bozarak günü karşılıyordu. Jeneratörün aniden başlayan gürültüsü doğanın seslerini bastırdı.

Kahvaltıdan sonra orman içine yapacağımız yolculuk için hazırlandık. Kesin altında çorapların üstüne dizimize kadar bezden tozluklar geçirdik ve bağladık. Bunun sebebi, nemli ormanda yapraklar üzerinde yaşayan sülüklerin ayakkabımızdan içeri girmesini önlemek içindi.  Dik bir bayırdan tırmanarak orman içinde yükselmeye başladık. Dura dinlene ilerlerken yer yer ıslak zeminde kayıyor, sarmaşıklara tutunarak kendimizi frenliyorduk. Kamariah çevredeki ağaçlar ve bitkilerle ilgili bilgi veriyordu.  Ormanın alışık olmadığımız nemli sıcağı kısa sürede beni ve Nurhayat’ı bitkinleştirdi. Bir saatlik dik çıkış iyice halsiz düşürdüğü ve çevrede orman ağaçlarından başka çiçekli bitki göremediğimiz için geri dönüp ormanın daha ilginç başka bir bölgesini keşfe karar verdik.

Trogonoptera brookiana kelebeği
Trogonoptera brookiana   kelebeği

Avusturalyalı kelebek uzmanı Prof.Rudi Kuhout, Merkezin bir kilometrekarelik alanı içerisinde 324 kelebek türünün bulunduğunu söyledi. Kampın hemen yanındaki atık suların nehre aktığı kısımda “Rajah Brook’s Birdwings” (Trogonoptera brookiana) kelebeğinin yüzlercesini birarada gördük. Oraya, uzun süre uçabilmek için ihtiyaçları  olan tuzu almaya geliyorlarmış. Bu tür nadir olduğundan koruma altına alınmış. Toplanması yasaklanmış. İngilterede bu kelebeğin tanesine 75 pound (yaklaşık 5 milyon Tl) veriyorlarmış.

“Bot hazır!” sözüyle uzun bota atlayıp, akıntıya karşı nehir yukarı gitmeye başladık. Kah iterek, kah içinde yarım saat gittikten sonra bir dere ağzına yanaştık. Dar ve sığ küçük bir derenin içinde yürüyerek bir şelale ile önünde oluşturduğu havuzun bulunduğu yere ulaştık. Bu kadar yolu gelipte bu billur suya girmemek olurmuydu. Sabahtan beri vücudumu saran nemli tropik sıcağını havuzun serin suyunda söndürdüm. Issız ormanlar içindeki bu mütevazı havuz benim için o an saray havuzlarında duyulmayacak bir zevkin kaynağı olmuştu.

.

Belalong ormanlarının çiçekli ağaçlarından biri Jarum-Jarum (Ixora, Rubiaceae)
Belalong ormanlarının çiçekli ağaçlarından biri Jarum-Jarum
(Ixora, Rubiaceae)

Tropik yağmur ormanları inanılmaz sayı ve çeşitlilikte hayat formlarını içinde barındıran ve her milimetrekaresinden hayat fışkıran, gezegenimizde hayatın en yoğun yaşandığı eşsiz bir ortam. Yüksek ağaçların bol yapraklı sık dallarının güneşi gören en üst kısımlarından köklerinin eriştiği killi topraklar veya kaya tabakalarına kadar hayatla dopdolu bir dünya. Ancak, böylesine kompleks yapıda olmasına karşılık kolayca yokedilebilecek kadar narin bir dengeler manzumesi. Ormanı oluşturan dev ağaçların kök saldığı toprak tabakasının kalınlığı 30 cm’yi geçmiyor. Ağaçların kesilmesi bu ormanı oluşturan ekolojik dengelerin tümüyle bozulmasına yol açan bombanın fitilini ateşliyor. Kısa süre sonra oluşan erozyon toprağın sürüklenmesine ve kil ya da kayaların ortaya çıkmasına neden oluyor. Toprağın en üstteki 10 cm’lik kısmı yokolduğunda toprakta artık hiç bir şey yetişmiyor. Bu ormanların da bir gün kel kayalara dönüşeceğini düşünmek kâbus gibi bir şey.

Araştırma Merkezinden unutulmaz anılarla ayrıldık. Son akşam yemeğinden önce masada otururken Alman araştırmacı Dr.Hubertus Bolte’ye burada ne yaptığını sordum. İki aydır doktorası için tropiklerde yaşayan incir (Ficus) ağaçları üzerinde yaşayan bir böcek türünü aradığını ancak henüz bulamadığını söyledi. O an, gözüm birden masanın üstünde yürüyen küçük kara bir böceğe takıldı. Şaka niyetine, “Bu olmasın?” deyip parmağımla işaret ettim. Birden ciddileşti. Gözlerini böceğe dikti ve yerinden fırlayıp “Bu gerçekten!” diye bağırdı. Boynunda sürekli taşıdığı kısa hortumla havayı içine çekip yarattığı vakum ile yakaladığı böceği küçük bir şişeye yerleştirdi. Şanslı günündeydi. Zira, o akşam ona tezi için iki örnek daha buluverdim.

Ayrılık vakti gelmişti. Tüm kamp sakinleri bizim için mütevazı bir veda töreni yaptılar. Güneşli bir havada, aynı yolları aynı vasıtalarla katedip Bandar Seri Begawan’a vardık. Dönüş daha az heyecanlıydı. Zira, bildiğimiz yere gidiyorduk.

Üniversiteye, Tarım Bakanlığına, bazı araştırma merkezlerine ve tıbbi bitki bahçesine yaptığımız ziyaretler yeni şeyler öğrenmemize ve yeni dostlar edinmemize imkân sağlıyordu ancak dünyanın bu köşesinde bizden başka dört Türkün daha yaşadığını öğrenmek büyük bir sürpriz oldu. Dilek bir İngilizle evlenip gelmişti. Eşinin işi dolayısıyla buradaydı. Oğlu Cem Benjamin’le günlerini geçiriyordu. Kamariah’nın en az onun kadar çılgın ve sevimli bir arkadaşıydı. Kamariah’ya Türkçe öğretmenliği yapıyordu can sıkıntısından… Diğer Türklerden Esi, İngilterede mimarlık yapan zarif bir genç hanım. İlk gördüğümde onu Zuhal Olcay’ın kardeşi zannettim. Bu kadar benzerlik olur. Brunei’e geliş sebebi ilginçti. 400 mimar arasında açılan bir proje yarışmasını kazanmış ve Sultan’ın erkek kardeşinin 800’ü aşkın Mercedes arabası için Automobilia (otomobilya) inşa etmek için gelmişti. Hepsi aynı yılın modeli olan Mercedesler hiç kullanılmıyormuş. Her sabah bir görevli hepsinin kontaklarını sıradan teker teker açıyor, sonra teker teker kapatıyormuş. Efendim, Sultanın kardeşi birgün bu model Mercedesi kullanırken bir kaza geçirmiş,  Mercedes arabanın hayatını kurtardığına inanıp, o modelin dünyadaki bütün örneklerini, ne pahasına olursa olsun, toplamaya başlamış. “Yok yahu!” derken, Sarayın diğer mensuplarının da Automobilia’ları olduğunu öğrendim. Herbiri hıncahınç araba doluymuş. Diğer Türkler de mimar. Eski sarayın restorasyonunda çalışıyorlar.

Bu şirin, temiz ve sevimli ülkeden ayrılırken kısa süre için de olsa Brunei yağmur ormanlarında Türk rüzgârı estirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorduk.